Ayna Programı :: Web Sitesine Hoşgeldiniz ::
Ayna
Ana Sayfa | Hakkımızda | Bize Yazın | İletişim | English | Açılış Sayfam Yap | S.Kullanılanlara Ekle 04-12-2023
Türk vatandaşlarına vize UYGULAMIYOR! (YENİ BÖLÜM)
 
   
Polonya'nın Tarih ve Kültür Hazinesi: KRAKOV
Tek başıma çıktığım her geziden önce içimi bir hüzün kaplar. "Ne yapıyorum ben, niçin bu süreyi İstanbul'da ailem ve arkadaşlarımla geçirmiyorum?" diye sorarım kendime. Yanıtım ise kısa: Yolda olmanın heyecanı, bir de elbette fotoğraf tutkusu. Belki biraz da macera arayışı...

  Bu sefer hedefim Polonya'nın Krakov kenti. Budapeşte'ye indiğimde sebepsiz bir başağrım vardı. Krakov treninin kalkış saatine kadar, istasyona yakın bir parkta, biraz uyumak üzere kendimi çimlerin üzerine attım. Tam olarak ne kadar süre geçtiğini bilmiyordum ama uyandığımda hain baş ağrısından kurtulmuştum. Tranin kalkış saati 21.00 idi. Kalan süreyi değerlendirmek ve biraz açılmak üzere sempatik bir lokale girip bir kahve ısmarladım. Trenin kalkmasına az bir süre kalmıştı ki, bir gezginin başına gelebilecek en kötü olaylardan biriyle burun buruna geldim. Bana yıllardır vefalı bir yol arkadaşı, üçüncü bir göz olmuş, o çok sevdiğim fotoğraf makinemin yerinde yeller esiyordu. Bir süre, sanki bir faydası olacakmış gibi ne zaman çalınmış olabileceğini düşündüm... Bu haksızlıktı! Üstelik geziye çıkmamın esas amacı Krakov'da fotoğraf çekmekti. Neyse, olan olmuştu, yolun bundan sonrasına onsuz devam etmek zorundaydım ve bir an önce trene yetişmeliydim. Üç günlük ömrü kalmış bir adamın yüz ifadesiyle trene bindim. "Hiç olmazsa kompartımanım rahat", gibi bir avuntum vardı. Güzel bir gece geçirdim. Gece boyunca sadece iki kez uyandırıldım, Slovakya ve Polonya sınırlarını geçerken!

 Sabah dokuz civarında, anıt kent Krakov'un kasvetli ve karanlık yüzlü tren istasyonuna girdik. Krakov, Polonya kentlerinin en şatafatlı ve görkemlisi olarak kabul edilir. Hatta, "Krakov olmasaydı, Polonya tarih ve kültür bakımından kim bilir ne kadar yoksullaşırdı", bile derler. Krakov'un tarihi, 1000 yılında, Kral Cessur Boleslaw'ın, "Wawel Şatosu ile Katedrali"ni inşa ettirmesi ile başlıyor. 1241 yılında Orta Avrupa'yı sarsan Moğol saldırılarından Krakov da nasibini alıyor. Kentin yeniden inşaasında orta çağın klasik yapısı, satranç tahtası biçimi benimseniyor: Kral III. Sigismund tarafından başkentin Varşova'ya taşınması, Krakov için bir gerileme döneminin de başlangıcı oluyor. 1655 ve 1702 yıllarında bu tarihi kent Kuzeyden gelen İsveçlilerin saldırısına uğruyor...

 Her şeye rağmen Krakov, 500 yıl boyunca Polonya'nın başkenti olmuş. Dünyanın ilk üniversitelerinden biri de 1364 yılında bu kentte kurulmuş. Ayrıca burası Avrupa'nın ve Polonya'nın en eski sanat ve mimari yapıtları hazinesi. Krakov, II. Dünya Savaşı'ndan zarar görmeden çıkmayı başarabilen nadir kentlerden biri. Aslında nazi genel valisi Hans Frank, kenti yerle bir edebilecek güçte bir mayınlama hazırlığı yaptırmış, ama sonra nedense vazgeçmiş. Belki de kentte yaşanan bu kadar vahşetten sonra insafa gelmiş olmalı…
 Şaşırtıcı dönüşlerle kenti dolaşan, bizim "Vistul" dediğimiz Wisla nehri, inişli çıkışlı yollar; koca meydanların ve caddelerin yanı sıra daracık sokaklar ve köşeler, Krakov'u daha bir güzelleştiriyor. "Krakov Pazar Meydanı" (Market Place), 200 x 200 metrekare boyutunda dev bir meydan. Söylenenlere göre, Avrupa'nın en büyük kent meydanıymış. Meydanın bir köşesinde durup etrafa bakınca, şaşırıyor ve yoruluyor insan. Belki de boyutları ve mesafeleri daha az göstermek için meydanın ortasına "Kumaşçılar Binası" denilen sarı bir bina kondurulmuş. İçinde birbirine benzeyen çok sayıda turistik mağaza bulunuyor. Vitrinlerde çoğunlukla kehribardan yapılmış kolye, bilezik, ve yüzükler göze çarpıyor. Bu büyük meydanın ortasından bir de kule fırlamış. Bu, yıkılan belediye binasının kulesi. Kulenin bodrum katının kiracısı ise bir şarapçı... Bu koca meydan bu kadarla da bitmiyor: Sevimli kahveler, değişik köşelerde sergilenen gösteriler ve konserler, uçuşan güvercinler, seyyar satıcılar, cıvıl cıvıl ve oldukça hareketli bir görünüm...
 Pazar Meydanı'nın kenarında bir kilise var. Her saat başı, çan yerine trompet sesleri geliyor bu kiliseden. Trompet, bir ortaçağ şarkısı çalıyor: "Hejnal marjacki". Ama bu şarkı tam ortasında kesiliyor. Çünkü zamanında, bir Tatar savaşçı şarkının tam ortasında trompetçiyi oku ile öldürmüş... Krakov'un Florianska adlı caddesinin bitiminde bir kale burcu var. 12 metre yarıçaplı burçta, dışarıya ateş edebilmek için yapılmış adet 130 tane mazgal aralığı bulunuyor.
 Polonyalılar "Wawel Şatosu" ile gurur duyuyor. Bu anıt grubu bir tepe üzerinde inşa edilmiş. Tepeye tırmanırken bir "mağara" görüyorsunuz. Bu bir canavar ini. Hani hain bir canavar tüm çevreye korku ve dehşet salar ya, işte o aynı hikaye. Günün birinde Krak adlı kahraman bir prens çıkar ve bu canavarı öldürür. Bundan dolayıdır ki kent Krakov adını alır... Wawel Şatosu veya Sarayı, Avrupa'nın en önemli yapıları arasında yer alıyor. Şato, XVI. yüzyıl başında italyan mimarlarının katkısı ile yapılmış ve Rönesans mimarisini yansıtıyor. Eğer kalenin çevresinde şöyle bir tur atarsanız, Wisla Nehri'ni de tüm güzelliği ile seyredebilirsiniz. Şatonun içinde, Kara Mustafa Paşa'nın Viyana bozgununu anlatan büyük bir resimli halı var. Ne de olsa, Leh kralı Viyana'nın yardımına koşmuştu...
 Hitler rejiminin kurduğu en büyük, en insafsız toplama kampları da Krakov yakınlarında, Osviecim'de bulunuyor: Spielberg'in "Schindler'in Listesi" adlı filmi ile tekrar gündeme gelen Auschwitz ve Birkenau. Dünya tarihinin en kanlı, en alçakça, en iğrenç sayfalarının yazıldığı kampın kapısında şunlar yazılı: "1940 - 1945 yılları arasında, Hitler döneminin kurbanı olan dört milyon kişinin kahramanlık yeridir". Diğer bir levhada ise, "Çalışmak özgürleştirir", yazıyor. Ama gerçek hiç de böyle olmadı. Yeni bir yaşam umudu ve bavullar dolusu eşyayla buraya doğru yola çıkan binlerce Musevi, Çingene (Roman) ve bazı Polonya vatandaşları, tıkıldıkları vagonlarda açlık ve havasızlıktan yolda öldü. "Ölüm Platformu" denilen Birkenau İstasyonuna ulaşmayı başarabilenler ise burada bir seçime tabi tutuldular. Çalışabilecek gücü olanları bir kenara ayırıp, diğerlerini kayda bile geçirilmeden hemen yok ettiler. Bazıları ise, "Ölüm Duvarı" denilen ve bu gün çiçeklerle donatılmış olan duvarın dibinde kurşuna dizildi, bazıları asıldı, büyük bir bölümü ise yıkanmak ümidiyle girdikleri odalara püskürtülen "Cylon B" gazı altında can verdiler. Krakov'da bulunan 65 bin Musevi, bu acımasız ve iğrenç katliamlar sonucu tarihten silindi. Bazı esirler, -sözde- insanlığa hizmet etmek için tıp bilgilerini geliştirmek isteyen (!) Alman doktorların kobayı olarak kullanıldı. Bu amaç için de özellikle çocuklar seçilmiş...
 Günümüzde Auschwitz ve Birkenau, Polonya Parlamentosu kararıyla Devlet Müzesi olarak korunuyor. Gelen ziyaretçiler, önce bir sinema salonuna alınıyor, Rus subaylarının kamplara girdiği zaman çektikleri filmler gösteriliyor. Ekranda bir çocuk görünüyor; ayağının üzerinde, yapılan aşılardan dolayı bölge bölge, değişik renklerde enfeksiyonlar oluşmuş. Bu filmleri seyrettikçe, fotoğraflara baktıkça, müzeleri gezdikçe insanlık adına utanç duymamak mümkün değil. İnsanların yan yana, saman üzerinde yattıkları barakalar, gaz odaları, işkence tezgahları, elektrikli tel örgüler, ölüm duvarı, ceset yakma fırınları, toplu mezarlar, hepsi birer "utanç abidesi" olarak duruyor.
 Bir barakaya giriyorum. Binlerce ayakkabı, binlerce bavul, binlerce gözlük, binlerce saç fırçası, bir köşede altın dişlerin söküldüğü dişçi odası... Doğrusu Almanlar her şeyi değerlendirmişler ve bunları toplayıp Berlin'e göndermişler. Ben bunları düşünürken, önümde İsrailli bir öğrenci grubu yürüyor. Ellerindeki İsrail bayraklarını sallayarak marş söylüyorlar. Kim bilir kaçının büyük annesi, büyük babası burada bir hiç uğruna öldürüldü. Barakaların duvarları baştan başa bu insanların vesikalık fotoğraflarla örtülmüş...
 Krakov yakınlarında Wieliczka adlı bir kasaba var. "Kraliyet kasabası" olarak tanınıyor. Bu kasabanın özelliği, dünyanın en eski tuz madenine sahip olması, bu tuz ocağı artık bir “müze”. Maden mühendisi olduğum için dünyada ender görülebilecek bu tarihi ocak oldukça ilgimi çekti. Tam dört yüz yıldır burada kaya tuzu çıkarılıyor.  Üretime artık ara vermişler. Devlete ait olan bu tuz ocağı yıllar boyunca dikkat çekmiş. Kopernik gibi bilim adamları, birçok kral ve kraliçe bu ocak içinde gezmiş. Hatta önemli ziyaretçiler için, kral ve kraliçenin süslü tahtırevanlarına benzeyen özel bir vagonet yapılmış. Zamanında, Polonya Krallığı'nın gelirinin üçte biri bu ocaklardan çıkarılan tuzlardan sağlanırmış. Ocakların sahibi de “kralmış” elbette. İşçiler, doğal havalandırmalı bu ocaklarda çok kötü şartlar altında çalışırmış. Kesilen tuz bloklarının rahat taşınması için köşeleri yuvarlatılırmış.
 Bu zor şartlarda ölümler de kaçınılmaz tabii. Bu nedenle ocak içinde çok sayıda kilise inşa edilmiş. Kiliselerdeki heykeller ise hep tuz kayasından yapılmış. Hele bir büyük kilise var ki, insan yer altında olduğuna inanamıyor. Sadece İsa'nın doğumunu simgeleyen tuz heykelde potasyumklorür tuzu kullanılmış, çünkü rengi pembe. Bu tuz, Polonya'nın başka bir bölgesinden buraya getirilmiş. İşin ilginç yanı, bu eserleri yapan ressamlar, heykeltraşlar da hep ocakta çalışan işçiler.
 Ocağın havası sağlık için çok yararlıymış. Civardaki senatoryumda yatan hastalar, özellikle astımlılar her gün iki saat bu ocağa indiriliyor. Tevekkeli değil, burada çalışan -ve herhangi bir kazaya uğramayan- madencilerin yaş ortalaması çok yüksek. Ziyaretçiler altı dolar ödeyerek, ocakta yaklaşık iki buçuk saat süren sağlıklı bir yürüyüş yapabiliyorlar. Ocak içinde üç farklı kata iniyoruz ama bu süre içinde gezdiğimiz bölüm, toplam ocağın ancak % 2'si. Madenin büyüklüğünü siz tahmin edin artık. Tavan, taban, sağ, sol, her taraf bembeyaz tuz. Öyle ki, mola sırasında içtiğim kahve bile tuzlu (!) geldi bana...
 

Hazırlayan: Prof. Dr. Orhan KURAL
Türkiye Gezginler Kulübü Kurucu Başkanı



2011-10-13 17:26:11



facebook furl linkibol digg del.icio.us yumiyum
oyyla bagcik technorati twitter ffeed

YAZDIR

ARKADAŞINA GÖNDER

YORUM EKLEYİN
 Lütfen yorum, eleştiri ve beklentilerinizi bize iletin.
Adınız :
Emailiniz :
Yorumunuz :
  
Yorum sayısı : 3 Bütün yorumlar...
mehmet tunaz 2014-02-10 11:13:42 - 
erasmus öğrencisi olarak 5buçuk ay kaldığım,sonrasında ise vazgemeyip defalarca gittiğim, kopamadığım muhteşem şehir. o kadar güzel anıları var ki artık orası ikinci evim.

esra yıldırım 2013-01-31 02:17:05 - 
19.03.2012 tarihinde polonyaya okulum sayesinde bahsettiğiniz tuz madenine gittim inanılmaz derecede büyük biryer kiliseler hediyelik eşyalar mola verip dinlenebileceğiniz yerler var yerin kat ve kat altında saatlerce gezdim çok yorulmuştum ve aynen dediğiniz gibi madenin sadece %.2 sini gezmişim rehber bunu söylediğinde yüz ifademi tahmin ediyorsunuzdur..:)

murat polat 2011-12-06 21:14:18 - 
Sizi Orhan Bey ailecek seviyoruz, programlarınızı izleyiciye sunuşunuzdaki beyefendiliğinizi ve izleyiciye saygınızı çok beğeeniyoruz. Sizden tek ricamız şu olabilir ulkeyi tanıtım konuşmalarınızin arasında verdiğiniz fon müziği sesinizden daha fazla geliyor aniden yükseliyor biz de ses ayarını kontrol etmek için elimizden kumandayı düşüremiyoruz ekip arkadaşlarınız bu ses ayarını tekrar gözden geçirmeleri mümkün müm, ben ve tum ailem size ve ekibinize saygilarimizi sevgilerimiz yolluyoruz, cok tesekkur ederiz. Polat ailesi


TÜM YAZILARA ULAŞMAK İÇİN...
Kanada'ya Göçmen Olarak Nasıl Gidilir?
Barış Köprüleri: Türk Okulları
Ayna Yeni Yayın Dönemine Yepyeni Sürprizlerle Başlıyor
Ayna Kameramanının Çilesi...
İngiltere'de Dil Ve Üniversite Eğitimi
Saim Orhan Finikelilere DünyaTuru Yaptırdı
Saim Orhan Sevgi Okullarını Göz Yaşları İçerisinde Anlattı...
Saim Orhan
Saim Orhan "Aykırı Soruları" Yanıtladı
Mesut Yar'dan Ayna'ya Övgü Dolu Sözler
 



BASINDA AYNA

FOTO GALERİ


Belarus



Cibuti



Kanada 2014



Botswana



Süleymaniye



Maputo

Diğer GALERİLER için tıklayın...


VİDEO GALERİ


Costa Rica-1



Hong Kong-2



Hong Kong-1



Makau



Belarus



Panama-3

Diğer VİDEOLAR için tıklayın...

SAİM ORHAN'DAN GEZİ YAZILARI

RÖPORTAJLAR

ANKET


Anket Sonuçları



 

 

 

Site Üretim By Yaap | Copyright (c) 2009